Mart ayı sessiz geçti. Sanki yaşanmadı.
Nisan ayı var mıydı hayatımızda?
Karların ıylım ıylım erişini görmedim. Erikler çiçek açmış meyveye durmuş onu da görmedim.
‘Ölüm geliyor kaçın’ dediler, ‘en çok da altmış yaş üstünü götürüyor’ dediler kapandık evlerimize. Kapanış ki o kapanış.
İlk zamanlar biraz tatlı geldi. Zorunlu bir dinlenme olacaktı. Çordan çocuktan uzak, kendi dünyamıza çekikmiş olacaktık.
Dünyayı saran corona kâbusu ciddi manada korku salmıştı. Ölümün kol gezdiği bir dünyada sakınmaktan başka çare elbette yoktu.
Aradan zaman geçtikçe içine düştüğümüz çıkmazın büyüklüğü kendini göstermeye başladı. Televizyonda haberleri dinlerken hangi ülkede kaç kişi bu hastalıktan öldü, hangi hastanenin yoğun bakımında kaç hasta var? Koridorlarda, yerlerde yatan hastalar, cenazeler ve hiç de umut vaat etmeyen bilim adamlarının görüşleri… Süper güç dediğimiz ülkelerin çaresizlikleri… Doğal olarak seyrettiğin bütün bu görüntülerden sonra sıranın sana ne zaman geleceği korkusu…
Kitap okumak bile bir zaman sonra usandırıyor. Zaten yorgun olan gözler uzun okumalara dayanmıyor. Pencereden dışarıyı seyrediyorum. Karşı evin boyasız, ruhsuz duvarları pis pis sırıtıyor gibi. Gün boyu bu sırıtışı seyrediyorum. Sonra haberlere yeniden bakıyorsun ki büyük şehirlerde sanki hiçbir tehlike yok.
Hani diyorlar ya, evde kalmakla aslında bu altmış yaş üstünü koruyoruz diye, bu artık bir ceza gibi gelmeye başladı. Nerede gizli saklı ağrımız varsa hepsi ortaya çıktı. Hatta bu aşırı muhabbet eşler arasında ne kadar gizli saklı öfke varsa onu da tetiklemeye başladı.
Bilim kurulunun hakkımızda verdiği karara uymak zorunda olduğumuzun elbette bilincindeyiz. Ancak muhterem kurulun doktor olan muhterem üyeleri bir gram hava, bir gram güneş ışığı, bir gram temiz havanın geleceğimiz için önemini de biliyordur.
Geçmiş zamanda yaşadığım bir rahatsızlıkta yazdığım bu yazı sanırım yine geçerli olacak.
SİZ HİÇ KUŞLARLA KONUŞTUNUZ MU?
Akreple yelkovan arasında süren yarış artık ilgilendirmiyor beni. Çoktandır duvarlarımda takvim de eskitmedim. Zaman, en çok sahip olduğum; ancak, bir o kadar da sahiplenmekten nefret ettiğim tek sermayem. Dünyam, herkesin dünyası kadar geniş de değil. Ben bu küçük odayı bilirim, bu küçük oda da beni. Bir de, benimle birlikte bu garip mahkûmiyeti paylaşan muhabbet kuşum...
Siz hiç kuşlarla konuştunuz mu? Ben ürkütmekten korkarak, pencereme konan küçük serçelerle konuşurum. Uzak yerlere içimdeki hasreti gönderirim onlarla. Aslında, bilirim uzak yerlere gidecek dermanları olmadığını. Ama ya giderse diye de, içimdeki hasreti onlara anlatmadan edemem.
Artık serçelerde konmaz oldu pencereme. Şimdileri muhabbet kuşumla dertleşir oldum. Vakitsiz kaybedince eşini, aynı kaderi paylaşır olduk. Öyle mahzun boyun büküşü, öyle içli seslenişi var ki, bilirim beni anladığını. Bir saksı begonyam vardı. Yeşil yaprakları arasında pembe çiçekler açardı. Kuşlara anlatamadıklarımı ona anlatırdım. Bazen, pembe pembe gülümsediği, bazen de, sarı sarı hüzünlendiği olurdu. O da vefasız çıktı. Belki de dayanamadı anlattıklarıma. Bir sabah, küçük saksısında kurumuş buldum. Gerçekten vefasızlık begonyada mıydı, yoksa begonyayı kurutan kaderimde mi?
Sabahın ilk ışıklarından, gecenin koyu karanlığına kadar, karşı evlerin ruhsuz duvarlarını seyrederim. Bir de benim kadar yalnızlık çeken komşu bahçedeki elma ağacını. Bütün dünya aynı noktada donar kalır. Rüzgârlar da esmese, sadece silik bir tablodur seyrettiğim. Renklerin değişmesi için, mevsimlerin merhametine sığınmış olmak ne acı. Ve küçük bir pencereden küçük bir dünyayı yaşamak... Kimi zaman uzak bir yerdeki kalabalıkların anlaşılmaz uğultuları dolar odamın yalnızlığına. Duvarlarımda, eskiden yankılanan küçük kahkahalar ve sevda dolu şarkılar, yerlerini anlamını bilmediğim uğultulara bırakır. Koridorlardan çekilen ayak sesleri, parkeler üzerindeki sıcaklığı bile yanında alıp götürmüştür çoktan. Eşyaların üzerlerine sinen mutlu dokunuşlar, duvarlar arasında büyüyen çatlaklarda kaybolmuştur.
Siz hiç kuşlarla konuştunuz mu? Geceler ağır bir yük gibi omuzlarınıza çöktüğünde, yalnızlığın girdabında boğulmamak için, bir kuşun kanadına yazdınız mı en içli sevda şiirlerini? Kendi gözyaşlarınızı, bir kupaya doldurup, yalnızlığın can çekiştiren acılarına inat, bir hayalin şerefine kadeh kaldırdınız mı? Yıldızların bile göz kırpmaktan çekindiği, ayaz bir gecede, avuçlarınızda geçmiş yıllardan kalma dost bir sıcaklıkta ısındınız mı? Siz hiç yüreğinizde sevda taşıdınız mı?
Yağmurlar ıslatır camlarını penceremin. Bir eski şarkıda can bulur umutlarım. Geçmişin tatlı hatıraları ıslanır geceler boyu. Ben, yağmuru hep pencerenin gerisinden seyrederim. İçimde, kaldırımların ıslaklığında yansıyan ay ışıltıları gülümser. Bir sokak lambasının altında sarhoş narasını dinlemek isterim. Bir sokak kedisiyle dost olmak, bir garibin akşam yemeğinden bir lokma tatmak isterim. Yurtları ellerinden zorla alınmış mülteci çocukların muşamba çadırlarında ay ışığı olmak isterim. Boşlukta kalan ellerim, manasız savaş meydanlarında atılan mermileri yakalasın isterim. Yakalasın da, çocuklar tatmasın yalnızlığı isterim.
Siz hiç içinizde umut taşıdınız mı?
Ben çoktan yitirdim zamanı. Geçmiş günlerde kaybettiklerime ağlamıyorum, gelecek günlere de ulaşacak hayallerim yok. Zamansız bir hayatın en ortalık yerindeyim. Gözlerimde şekillere mana verecek ışık, dizlerimde beni taşıyacak güç kalmadı. Bir pencere boyundaki dünyamda, bir muhabbet kuşum var, birde; içimde hiç eksilmeyen sevdam.
Siz yalnızlığın vampir gibi ruhunuzdaki güzellikleri emmeye başladığında içinizdeki sevdaya sığındınız mı? Siz, hiç kuşlarla konuştunuz mu? Mahzun boyun büküşlerinde, yarınlara uzanan bir umut arayıp, sessiz çığlıklarında yalnızlığınızı boğmaya çalıştınız mı?
Geceler ağır bir yorgan gibi sarar etrafınızı. Sesler çekilir, şekiller silinir. Duvarlara sinmiş eski kahkahalar çınlar sofalarda. Defalarca seyretmek zorunda bırakıldığınız siyah beyaz bir filmi yeniden seyreder gibi geçmişinizi yeniden yaşamaya başlarsınız. Gözyaşlarınız bilmem kaçıncı kez ıslatır yastığınızı. Sıkıca sarıldığınız yorganınız, bir ısırgan otu merhametsizliğinde yakar bedeninizi. Hıçkırıklarınız, yalnızlığınızın koyu karanlığında boğulur. Bir dostun sıcacık elini arayan elleriniz, çaresizlikle dökülür yanlarınıza. Sadece dualarınız kalır dudağınızda.
İçinizde, hep gelecek yarınlara ertelediğiniz umudunuz körelmeye başladığında; varlığınızın, kendinize bile yük olmaya başladığını düşünürsünüz. En zorlu fırtınalarda sığınacak bir limanınız olsun istersiniz. O zaman; içinizde hiç eksilmeyen sevdanız sahiplenir sizi. Siz, hiç sevdanızı kuşlara anlattınız mı?
Gün doğumu saatlerde yeni umutlara açarsınız gözlerinizi. Ya bir postacının hiç alışık olmadığınız vuruşlarıdır beklediğiniz, ya da; eski bir dostun, sokaktan geçerken şöyle ayaküstü uğrama ihtimali. Saatin, zamanı her aşındırdığında, umudunuz, umutsuzca ertelenmeye başlar. Kendi gönlünüzce, sıralamaya başladığınız ihtimallerin arkasına sığınmaya çalışırsınız. Unutulmuş olma ihtimali hiç geçmese de aklınızdan, içinizdeki garip ürperti bedeninizi sarsar. Sararmaya yüz tutmuş mektupların solgun satırlarında mutluluk ararsınız. İkram etme hevesiyle hep elinizin altında bulundurduğunuz sigaranın dumanında huzur ararsınız. O en umutsuz anınızda kafesinde ötmeye başlayan muhabbet kuşu, umudun hiç bitmemesi gerektiğini fısıldar. Onun tatlı şakımalarında yeniden umut yüklenirsiniz. Bütün beklentileriniz, bilinmeyen bir zamana ertelenir.
Siz, hiç ertelenmiş umutlarda mutluluk aradınız mı?
Siz, hiç kuşlarla konuştunuz mu?
Yorum yazarak Elbistan Kaynarca Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Elbistan Kaynarca hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Elbistan Kaynarca editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Elbistan Kaynarca değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Elbistan Kaynarca Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Elbistan Kaynarca hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Elbistan Kaynarca editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Elbistan Kaynarca değil haberi geçen ajanstır.