Hayriye Bacı gecenin yarısında kan uykusundan uyandı. Yan taraf odadan gelen çocuk ağlamasını bir müddet dinledikten sonra yanında yatan kocası Mıstılı çavuşu hırsla dürtükledi.
“Uyan adam uyan. Bak, parmak kadar çocuk nasıl feryat ediyor da anası olacak gâvurun kızı duymuyor.”
Mıstılı Çavuş uykusu arasında başını iki tarafa sallayarak, biraz da karısının dırdırından korkarak “ Ne yapayım yani? Anası duymazsa babası duysun. Ben mi avutacağım sabiyi.” Diye homurdandı.
Parmak kadar sabi. Daha kırkı çıkmadı. İlk torunlarıydı. Ocağını tüttürecek ilk torun. Kıymetli torun. Dünyaya gelişi de zor olmuştu. Sevgi ile Salih’in evliliklerine sekiz yıl olmuştu. Bir sene, iki sene beklediler torun aşkıyla. Olmuyordu. Nice doktorlar nice hocalar gezdiler de olmadı. Hayriye Bacı “ Yok anam yok. Vallahi de billahi de bu avrat kısır. Oğlumun neslini kurutacak.” Diye konu komşuya dert yanmaya başlamıştı bile.
Salih, kısır avrat sahibi olmaktan, Sevgi adının kısıra çıkmasından rahatsızdı. En önemlisi de anasının “bu avratı boşa” demesinden rahatsızdı.
Akşam yorgun argın eve döndüğünde bir yuvanın sıcaklığıyla değil Sevgi’nin gözyaşıyla karşılaşıyordu. Bu da yetmezmiş gibi anasının bitmek tükenmek şikâyetleri iyice boğmaya başlamıştı.
“ Bak oğlum. Günaha girmekten korkarım. Elin kızına bühtan etmekten de korkarım. Ama kısır avrat meyvesiz ağaca benzer. Meyve vermeyen ağaç ya odun edilir ya da tahta biçilir. Sen bu avratı en iyisi babasının evine yolla. Kısırlığı yetmez gibi fırın küreği kadar da dili var.”
Salih susuyordu.
Anasına karşılık vermek istemiyor, Sevgiyi üzmek istemiyor ama bir çocuk, ardından koşan, baba diyen bir çocuk.
Meyvesiz ağaç kesilirmiş. Niye kesilsin ki. Bunca güzel görünen ağaç kesiliyor mu?
Anasının hocalara gittiğini, muska yaptırdığını da biliyordu. Bir keresinde yattıkları döşeğin içine saklanmış bir muska bulmuştu. Anası “çocuğu olsun diye yazdırdım” demişti
Hatta bir keresinde de yatak odalarının kapı eşiğine gizlenmiş bir muska da bulmuştu da açıp içine bakmak istemişti. Kırk kat muşambaya sarılı yağlı kâğıdın içinde davar tersiyle birkaç tırnak görünce afallamıştı. Bu nasıl dua, bu nasıl muskaydı ki.
Anasına “ artık bu saçmalıklardan vazgeç “ diyecek oldu. Diyemedi.
Evde karabulutların dolaşmasına, aile fertlerinin adeta iki taraf olmasına sebep başka bir konu daha vardı. Aslında çocuk meselesiyle iç içe ama asıl çatışma çıkartacak konu oydu.
Hayriye Bacı, çocuk meselesini hacılarla hocalarla çözmeden yana
Salih ilerleyen tıp bilimine saygılı
Sevgi, ne olursa olsun ama beni bu dertten tez kurtaracak bir yol bulunsun çaresizliğinde
Mıstık Çavuş, o sanki bu evde yaşamıyor.
Oldum olası Hayriye Bacıyla arası hiç düzelmemiş, bunca yıllık evliliklerini neden sürdürdüğünü anlamayan, evden uzak oldukça kendini huzurlu hisseden bir garip adem..
Hayriye Bacı’yı ona zorla verdikleri söylenirdi. Gençliğinde oldukça yakışıklı, babayiğit biriymiş. Askerliğini çavuş olarak yaptığından Mıstık Çavuş derler. Yine dediklerine göre Hayriye Bacı kara kuru, taplanın dibinde kalan son acur gibi bir kızmış. Hastalıklı geçen çocukluk döneminden sonra gelişmemiş. Konuşurken kelimeleri ağzının içinde ezer, dudaklarını büzerek konuşur. Konuştuğunda da yüzünde beliren garip şekillerden öfkeli mi yoksa neşelimi olduğuna karar veremezler. Sol bacağı sağ bacağından birazcık kısa olduğundan yürürken hafifçe sola yatarak yürür.
Günahı vebali boynuna ama bir gece Mıstık Çavuş damda uyurken koynuna girmiş. Sonrada imdat diye bağırıp mahalleliyi başına toplamış. Mahallenin büyükleri bir araya gelerek “ bu namus içidir çavuş. Garibin namusunu ayakaltına alma “ diye diretmişler.
Mıstık Çavuş güya evlenmiş. Güya bir yurt yuva kurmuş. Ömrünün çoğu gurbette el işinde çalışarak geçmiş. Kışın bir ay kadar gelip zatını zahrasını tutup gitmiş. Salih’in ondan olup olmadığını bile konuşacak olmuş komşular da Hayriye cadısının şerrinden üstünde durmamışlar.
Salih bazen anasından haberli çokça da habersiz Sevgi’nin elinden tutar doktor doktar gezerlerdi. Hiçbir doktor “kısırsınız “ demedi. Tedaviye devam edilsin denildi. Ve ısrarla tedaviye devam ettiler.
Sevginin adet günü geçip de hamile olduğu belli olunca evde bir sevinç rüzgârı esti ama bu rüzgâr seherde esen badı saba gibi çok kısa sürdü. Hayriye Bacı bu sefer de tutturdu oğlan olsun diye.
Bunca çabanın karşılığında ay parçası gibi kızları oldu. Hayriye Bacı ululara dualar üstüne dua okudu. Sebep olan onlardı güya. Salih’le Sevgi dertlerine çare olan doktorlara içten içe minnet duydular. Çocuğun doğumuna herkes çok sevindi. Hayriye Bacı sevinemedi. Kimse sebebini sormaya cesaret edemedi.
Salih Sevginin yumuşacık, insanı sarıp sarmalayan sesiyle uyandı.
“Salih. Salih kalksana. Çocuk susmuyor. Anam uyanırsa yine seni tedirgin eder. Kalk da çarşafın arasında sallayalım.”
Salih’le Sevgi sabaha kadar çarşafın arasına koydukları çocuğu salladılar. Hayriye Bacı sabaha kadar Mıstık Çavuş’un başının etini yedi. Mıstık Çavuş sabaha kadar tek bir söz etmeden arkasını dönüp yattı.
“Yok herif. Bu kadın çocuğa bakmayı beceremiyor. Doymuyor çocuk. Sütsüzün kızının sütü yok ki. Parmak kadar sabi ne yer ne içer. Dur sen, hele sabah olsun ben yapacağı bilirim..Onu bir sütlendiririm ki değil bu sabi, mahallenin bütün sabileri doyar.”
Mıstık Çavuş homurdanarak kalktı tuvalete gitti. Geri döndüğünde de yine sırtını dönüp yattı. Uyumadı, uyuyamadı. Hayriye’nin neler yapacağını kurguladı. Sabah olmak bilmedi.
Salih sabaha kadar çarşafın arasına yatırdıkları çocuğu salladı. Kolları kopacak gibi ağrıyordu.
Gözleri uykusuzluktan kan çanağına dönmüş, ayakta duracak dermanı kalmamıştı.
Kahvaltı bile yapmadan evden çıktı.
Sabaha kadar ağlayan çocuk yorgunluktan uyuya kalmıştı. Sevgi, çocuğun uyuduğunu fırsat bilerek kanepeye uzandı. O da yorgundu. Üstüne üstelik evde el ayak çekildikten sonra Hayriye bacının sessiz kalmayacağını, bir sürü iğneli laflarla moralini alt üst edeceğini biliyordu.
Tam gözkapakları ağırlaşıp da taşınamaz duruma geldiğinde Hayriye bacı hışımla odaya daldı.
“Kalk da üstüne yeşil bir kıyafet giyin. Seninle işimiz var.” Diye gürledi.
Sevgi korkuyla yerinden doğruldu. Titreyen dudaklarından dökülen sözcükleri kendiside anlamadı. “Hayırdır ana” diyebildi.
Hayriye bacı yüzünde ekşi bir sırıtmayla
“hayırdır hayırdır kalk da giyin” diye cevapladı.
Sevgi sırtına yeşil bir hırka geçirdi. Hayriye bacı yeşil bezden bir kuşağı Sevgiye uzattı. “ şunu bağla boynuna” dedi
Sevgi ne olduğunu anlamadan kuşağı boynuna bağladı.
Hayriye emirlerine sorgusuz itaat eden gelini karşısında devleştiğini, yapacağı işin kendine daha da büyük zaferler kazandıracağına emin bir eda ile“ yürü” dedi
Hayriye önde Sevgi ardında kapının önündeki küçücük bahçeye çıktılar.
Gökyüzünü kaplayan bulutlar bahçeye kasvetli bir hava vermişti. Akşamdan yağan yağmur yeşil otları ıslatmış ot kokusu bahçeyi sarmıştı.
Domates fidelerinin arasından geçip maydanoz ekili alana geldiklerinde Sevgi nelerin olacağını kestiremez durumda bir kaynanasına bir etraftaki evlerin pencerelerine bakıyordu.
Hayriye bacı yine aynı emreder sesiyle “ Şimdi bu maydanozların içinde inek gibi otla” dedi..
Sevgi itiraz edecek oldu. Boynundaki kuşağı çözüp kaçacak oldu. Kaynanasına yapmam, yapamam diyecek oldu. Sevgi ölümlerden ölüm beğenecek oldu.
Etrafına bakındı. Gören, duyan var mı acaba diye düşündü. Ya bir gören olursa ne derler diye geçirdi içinden.
Başı dönmeye gözleri kararmaya başladı. Midesine kramplar girdi. Büyülenmiş gibi yavaşça eğildi. Dizlerini ve ellerini yere koydu. Hayriye bacı yeşil kuşağın ucundan tutup çekmeye başladı.
Sevgi ayazda kalmış bir serçe yavrusu gibi titredi. Damarlarından kan değil buz akıyordu. Bütün bedenini garip bir ürperti sardı. Başı dönmeye midesi bulanmaya başladı.
Başını usulca kaldırdı. Karşı ki evlerin pencerelerine baktı. Bu rezilliğe şahit olan var mıydı diye komşu pencereleri donuk bakışlarla taradı. Yoktu. Çok şükür ki gören olmayacaktı..
Akşam yağan yağmur maydanozu yaşartmıştı. Sevgi sırılsıklam oldu. Sessizce akıttığı gözyaşları maydanozun yapraklarına ateş olup düştü.
Hayriye bacı belli ki zevk alıyordu.
İki kere üç kere maydanoz ekili alanı bu şekilde dolandırdı. Her seferinden komşu evlerin pencerelerine bakıyor bir gören olması için dua ediyordu. Kör olası evlerin pencereleri kör, kapıları sağırdı. Kimse görmedi.
Eve girdiklerinde Sevgi’nin değil konuşmaya, nefes almaya bile dermanı kalmamıştı. Elini yüzünü yıkayıp elbisesini değiştirdiğinde bile zihni donmuş, hareketleri yavaşlamış, savrulan bir tüy gibi olmuştu.
Salih’i düşündü. Akşam işten geldiğinde ona ne söyleyeceğini düşündü. Bir ara çocuğunu bağrına basıp bu evden kaçmayı bile düşündü. Ama nereye gidebilirdi ki?
Hayriye bacı kendi kendine konuşuyordu. “Sabi doymuyor. Sabi aç kalınca sabaha kadar ağlıyor. Ben danıştım hoca efendiye. Şimdi daha da bereketli olacak sütün.”
Sevgi bebeğini bağrına basıp bir köşeye çekildi.
Bir türlü içine sindiremiyordu. Kabullenemiyordu. Çaresizdi. Kimsesizdi..En zoru da Salih’i seviyor onun hatırına sineye çekiyordu.
Anasının ölümü, babasının felç geçirerek yatağa düşmesini, kimsesiz bir genç kızken Salih’le tanışıp ona gönlünü kaptırmasını. Eşin dostun Hayriye karısıyla hayat sürmenin zorluklarını sayıp dökerken ne kadar da haklı olduklarını düşündü.
Hayriye Bacı karşı sedire kurulmuş elinde bir avuç kavrulmuş kabuk çekirdeği dizi izliyordu. Yok izlemiyor, dizinin içinde yaşıyordu. Bazen öfkeyle bağırıyor bazen kahkaha atıyor çok zaman da ağza alınmaz küfürler savuruyordu.
Salih’le Mıstılı Çavuş birlikte geldiler eve.
İkisi de gelir gelmez hemen Sevgi’nin kucağındaki çocuğa yöneldiler.
Hayriye Bacı bütün yaptıklarının üstüne sünger çeken sahte bir sevgi tonlamasıyla “Sen çocuğu ağlatma kızım. O acıkmış olmalı. Sen sabiyi emzir, ben sofrayı sererim” diye kalktı
Salih karısının gözlerine baktı. Orada milyonlarca yağmur bulutunun biriktiğini gördü ama sormadı.
Sevgi milyonlarca yağmur bulutu biriktirdiği gözlerini kocasının gözlerine dikti ve gülümsedi. Aşkla muhabbetle sadakatle ve sabırla gülümsedi…
NOT: Olay bir televizyonda verilen haberden alındı. Olay Kahramanmaraş’ta geçmişti..
04 nisan2016 Elbistan
Mehmet taş
Yorum yazarak Elbistan Kaynarca Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Elbistan Kaynarca hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Elbistan Kaynarca editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Elbistan Kaynarca değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Elbistan Kaynarca Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Elbistan Kaynarca hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Elbistan Kaynarca editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Elbistan Kaynarca değil haberi geçen ajanstır.