Ancak yedi veya sekiz yaşındaydım. 1959 veya 60 olmalı. O gün alışmam için annemin teşvikiyle oruç tutuyordum. Annem ve babam, beni alelemek -aslında meşgul ederek açlığımı unutturmak- için dama çıkmama izin verdiler. Sonra babam da “Dur birlikte çıkalım” diyerek elimden tuttu ve örtmemizden dama açılmış portmaya doğru dayanmış merdivenden çıktık. Babamın elimden tutması, Ramazan topunu izlemek için dama çıkmaktan daha farklı, daha büyük sevinç vermişti. Tamamına yakını çatısız ve toprak olan Elbistan evlerinin en az yarısına birkaç insan çıkmıştı. Kimi oturuyor kimi geziniyor, kimi sokaktan geçen tanıdığı ile kimi öte damdaki arkadaşıyla konuşuyordu. Dahası şöyle gözlerini dört bir yanda gezdirenler, daha uzak bir damdaki dostuna sesini ulaştırmak için, ortasını boru gibi boş bırakacak şekilde birbirine sardığı iki elini ağzına dayayıp bağıranlar o kadar farklı bir tablo çiziyordu ki…
Biz dama çıkarken, annem “Topa yarım saat kaldı” demişti. Vakit yaklaştıkça büyük küçük herkesin yönü yavaştan halkımızın ‘Kale’ dediği tarafa üstündeki yüksek evlerden birine doğru dönüyordu; çünkü o evin damında top atılacaktı. Hele birkaç dakika kalınca “Topçu” merhum Gazi Mercan görünürdü ki büyük küçük herkes pür dikkat onun hareketlerini izlemeye koyulurdu…
Elbistan’da Ramazan Topu’nu, üç dört nesil öncesinden 1980’e kadar Mercan Ailesi’nin fertleri atmış. Evleri Kalenin yani Ulu Cami ile Selçuk Hamamı arasındaki tepenin üstündeydi. Bir asır kadar önce Hacı Mevlüt Mercan atarmış; o rahmetli olduktan sonra kardeşi Veysel Efendi’nin oğlu hal komisyoncularından (Kabzımal) Gazi Mercan (Ecz. Murat Mercan’ın babası) topu sıkmaya başlamış. Bu geleneği 1980 yılına kadar sürdürdü.
Murat Mercan
, evdeki iftar için atılacak topun birkaç saat önceden, sahur içinse teravihten sonra hazırlanma sürecini şöyle anlattı:
‒ Ramazan ayı yaklaşınca, belediye, topu zimmetli olarak babama verir; ramazan bitince de geri teslim alırdı. Topun, horozundan itibaren 50, 60 cm boyunda ve 7, 8 cm çapında namlusu vardı; görünüşü çok şişman bir tüfeğe benzerdi. Ramazanlarda her gün, biri iftar vaktinin geldiğini, biri de sahurun bittiğini bildiren iki top atılırdı. Topları, biz, saatler önce doldurmaya başlardık.”
Sonra topun nasıl doldurulduğunu da anlattı:
‒ Şöyle doldurulurdu: Namluya önce biraz barut sonra bolca çaput ve gazete kâğıdı tıkardık (Kurusıkı doldurmak buna denir). Ben sedire çıkar, namluya gazeteleri, çaputları birem birem basar ve babamın verdiği harbiye benzer bir aletle iyice teperdim. Topu omuza alıp sıkmak mümkün değildi; zira çok şiddetli geri tepmesi vardı. Sıkanın omzunu dağıtırdı. Bu yüzden sıkmadan önce damda bir loğa bağlanırdı. Sıkılınca loğun yuvarlanmasını önlemek için arkasına taşlarla destek verilirdi. Tetiğe basınca kapsül patlardı. Kapsülden çıkan kıvılcımlar barutu ateşleyince çok yoğun bir gaz oluşur. Bu gaz, namluya tepilmiş gazete ve çaputlardan dolayı dışarı çıkamaz, bulunduğu haznede kısa zamanda sıkışır. Bu sıkışma çok kuvvetli bir basınç meydana getirir ve gittikçe artan basınç da namluya tepilmiş gazete ile çaputları şiddetli bir sesle dışarı fırlatırdı…”
Elbistan’da top atmak demek bu silahtan bu sesin çıkmasını sağlamaktır. Top atılışını gören bir dost da şöyle anlattı:
‒ Topun çok guvvatlı geri debmesi vardı. Gendi gendini gerisin geriye atdırıp aşşa düşürmesin deyi damdaa looya baalayıp arhasına da daş goyarlardı. Gene de Şardaa’na doğru gürleyince geri debme guvvatıynan lov, arhasındaa daşı-maşı diinemeyip, damın öbür ucundahı süvea gadar gederdi; enerea barıdını çok goymuşsa boyuz niredeyse süvükden yoharı bile ıcık dırmanır düşeyazardı…
Herkes damda işte bu anı bekliyor ya.. Derken damda ‘Topçu’ görünür ve küçük adımlarla saatine bakarak gezinmeye başlardı. Tabii damlarda bekleşenler içinde saati olanlar da gözünü saatinden ayırmazdı; olmayanlar birkaç dakika sonra topun atılacağını bile bile öteki damdaki ahbabına seslenirdi:
‒ Ali Emmi, daha naadar var ola?
‒ Ula yoorum Osman, macca oldum boön, gaç dakga galdı yav?
‒ Boön zöhürsüz dutuyom tama, gannım yırtılıcı niredeyse, topa naadar galdı ola?
Bu sırada müezzinler minarelerin şerefesine çıkmış ezan okumak için vaktin dolmasını beklemektedir. Onların şerefeye çıktıkları an iftara ya bir dakika kalmış demekti ya da iki… Rahmetli Gazi Mercan, topu, sesi yankı yapsın da Elbistan’ın dört köşesinde insanlar duysun diye Şardağı’na çevirdiği an, damlardaki büyük küçük herkes, yanında getirdiği Oruç açımlığından bir parçayı eline alır, ağzını yarım açıp beklemeye başlardı. Top “Gümmm” diye patlar patlamaz topun daha Şardağı’ndaki çok şiddetli bir harıltıyı andıran yankısı bitmeden, çerez veya çeşitli yiyecekler ağızlara doldurulmuş, damlarda bir kişi kalmamacasına herkes aşağı inmiş olurdu…
…………………………………………………….
[1]
Bu yazı, henüz yayımlanmamış olan Terk Eden Elbistan, Cilt 5, sayfa 47-48-49’da yer almıştır.
Yorum yazarak Elbistan Kaynarca Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Elbistan Kaynarca hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Elbistan Kaynarca editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Elbistan Kaynarca değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Elbistan Kaynarca Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Elbistan Kaynarca hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Elbistan Kaynarca editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Elbistan Kaynarca değil haberi geçen ajanstır.