Ay bulutların arasından mahcup bir kız çocuğu bakışlarıyla bizi izliyordu. Havuzun sularına düşen şavkı küçük ürpertilerle dans ederken, altında oturduğumuz yaşlı çınar ağacının yaprakları fısıltılarla sohbetimize iştirak ediyordu.
Ağustos ayının başlarıydı. Havalar temmuzdan kalan sıcağın etkisinden henüz kurtulamamış, yağışsız geçen aylarda bahçeler yeşilden sarıya bir renk karmaşasına girmişti.
Yanık Emmi elindeki havlu parçasıyla ensesinin terini kurulayarak yanımız geldi. Sıcağın, yaşlılığın bir de yaşadıklarının tesirinden olmalı nefes nefese kalmıştı.
“Ben bunca ömür geçirdim, böylesini ne gördüm ne de duydum.” Diye söylenmeye başladı.
Hepimiz birden “ ne oldu ki” diye merakla sorduk. Aslında yanımıza olanları anlatmak için geldiğini biliyorduk. O anlatacaklarına gizem katmak, dinleyenleri meraktan deli etmek için sustu.
Yanık Emmi hoş sohbet birisi. Anlattığı hikâyeleri öylesine süsler ki olayı yaşayanlar bile dinlediklerinde şaşar kalırlar. Önce ortaya bir laf atar. Sonra sanki o lafı ortaya atan başkasıymış gibi susar. Orada bulunanların merak etmelerini sağlar. Sonra kesik kesik anlatmaya başlar. Sesi bazen duyulamayacak kadar yavaşlar tam dikkatler dağıldığında söze öyle üst perdeden başlar ki, dinleyen irkilir.
“Ya arkadaş, hani bugün Hacı Ömer’in oğlunun düğünü vardı ya. Hani Çakmaklı köyünden Ese Mustafa’nın kızını almaya gittikti.”
Sustu. Olayın iyi anlaşılması için dikkatimizin toplanmasını, bütün bakışların kendisi üzerinde odaklanmasını bekledi.
“Köyde davullar çalınıp ahali halakaya düzüldüğünde hepimiz içimizdeki kurtları dökmek için heyecanlanmıştık. Çoktandır bir zengin düğünü olsa da hem karnımızı doyursak hem de üç gün üç gece vur patlasın çal oynasın eğlensek. Diyorduk.,
Allah için söylemek gerekirse öyle de oldu. Şu Hakkıların Murtaza var ya, adama bravo davulun önünde bir oynayışı var. İnanın sayılı çengiler beceremez.
Yani zengin düğünü de essahtan bir başka oluyor. Kesilen davarın, yenilenin haddi hesabı yok. Şeherli yerinden gelen kadınlı erkekli misafiri say say bitiremezsin. Köy köy olalı böyle bir düğün, böyle bir düğün halakası görmedi. Hani siz daha evvelden gelmiş olsaydınız köye neyin ne olduğunu gözünüzle görür de benim anlatmakta ne kadar eksik kaldığımı bilirdiniz.
Neyse efendim, lafı uzatmayayım. Dört davulcunun dördü de davulun bağrına bağrına aynı anda vuruyor, dört zurnacı aynı anda aynı sesi çıkartıyor. Halakaya dizilen şeherli misafirler sanki analarından daha doğarken davul zurna sesi duymuş gibi aynı anda aynı adımı atıp aynı anda aynı dizini kırıyor. Bakın zerre yalanım yok. Oyun oynayanları bir görseniz, sanırsınız ki bunlar hususi bu düğün için aylarca talim etmişler. Eee kolay mı? Düğün zengin düğünü.
Yanık Emmi anlatıyor, anlatırken heyecanlanıyor, heyecanlandıkça terliyordu. Elindeki, rengi kaybolmaya yüz tutmuş mendille terini silerken nefes nefese kalıyordu.
Arada serin bir rüzgâr çınar ağacının dallarını sallayarak yüzümüzü okşayıp geçse de gece yine de sıcak. Köy yerinin değişmez sakinlerinden olan sivrisinekler bizi rahatsız etmesin diye ışıktan uzakta oturuyorduk. Lambanın etrafında dolaşan böcekler ateş etrafında ayin yapan yerli kabileler gibiydi. Lamba camına çarpan böcek kurban verilmiş adak hayvanı gibi cansız yere düşüyor, onun yerine şuursuzca bir başkası geçiyor.
Köyün içinden zaman zaman bir köpek havlaması ya da bir eşeğin anırması duyuluyor.
Yanık Emmi zayıftı. Yanık Emmi kısa boylu, esmerden biraz daha koyu orta yaşın az üstünde tatlı bir adam. Yanık Emmiyi köyde sevmeyen olmaz. Kimseye zararı olmayan, herkesin yardımına koşmak için fırsat kollayan fakir bir garip. Hanımı daha ilk doğumunu yaparken ölmüş, bakımsız kalan bebek de çok yaşamamış. Sonrasında evlenmeyip bir başına yaşamaya başlamış.
Yanık Emmi sürahiden bir bardak ayran doldurup tepesine dikti, gömleğinin koluyla ağzını sildikten sonra yeniden anlatmaya başladı.
Ha, ne diyordum. Zengin düğünü babam. Bizim gibi çulsuz değil ki. Şehir buraya aktı. Şehirde ne varsa aynını buraya akıttı. Çakmaklı köyünden gelen misafirler bile hayretten ağızlarını ayırdı da baka kaldılar.
Düğün sabahlara kadar sürdü. Ha, bakın az daha unutuyordum. Bir kerecik olsun silah atıldığını ne duydum ne de gördüm. Adam silaha karşı. Silahı şeytanı kadar sevmez. Daha delikanlıyken komşu köyde bir düğüne gitmişler de orada kimin attığı belli olmayan bir mermi arkadaşının ölümüne sebep olmuş. Ondan sonra bir tek askerde almış silahı eline. Düğünden evvel de tek tek tembihlemiş gelenlere. Valla çok sıkı adam bu Hacı Ömer.
Yanık, ayran bardağını bir kere başına dikti. Oturduğundan beri kaç bardak ayran içti saymadım. “Yanık Emmi, belli ki yağlı yemişin bu akşam. Ayran söndürmedi içiyin ateşini.” Derin bir nefes aldı. Ağzını kolunun yeniyle sildi. Her zaman ki gibi konuşmasına derin bir gizem katarak,” He yeğenim, Elhamdülillah sıkı yedik.” Dedi.
Dedi de demesine asıl hikâye bölündü diye de yüzü gölgelendi. Yeniden söze başlamak için önce genzini temizledi, sonra sanki ağacın dallarına konuşur gibi;
Gelelim hikâyemize diye başladı.
Gelin alayı sabahın serinliğinde yola koyuldu. Taksiler, minibüsler, traktörler düzüm düzüm. Bir bizim köy değil ki yollara dökülen. Şehirden gelen misafirlerde yollarda. Gelin almaya gidiyok. Hacı Ömer’in düğün alayı senin benim düğün alayına benzeyecek değil ya. Adam zengin. Adamın eli kolu uzun. Eşi dostu çok. Valla saymadım ama anan aşağı, baban yukarı iki köyün arasını dolduracak kadar vesait oldu.
Önde Hacı Ömer ağam, arkasında koca düğün alayı köye bir girişimiz vardı ki görülmeye değer. Yani Allah için hakkını vermeli ki, köylü bizi köyün dışında karşıladı. Ese Mustafa’nın evinin önü bir kalabalık oldu, bir kalabalık oldu o köy öyle bir kalabalığı şehit geldiğinde görmüştü. Tabii Allah bir daha da öyle kalabalık vermesin bir yere.
Damlar salkım saçak kadın çocuk yaşlı genç dolu. Sokaklar dersen tarife sığmaz. Gelin evi heyecanlı, gelin evi telaşlı. Ee kolay değil ki, gelin evi biraz da buruk.
Arkadaş gençler de yorulmazmış. Gençler de halay çekermiş. Vallahi bakın zerre yalanım, yok. O davulcular üç kere kasnak değiştirdiler, yorgunluktan bayılacak gibi oldular da gençler oyuna doymadı.
Hani ne demişler. Can alıcı bekler de gelin alıcı beklemezmiş. Sıra gelini evden çıkartmaya geldi. Hacı Ömer Ağam yavaş yavaş tahta merdivenlerden çıktı. Sundurmanın kenarından önce aşağıdaki ahaliyi selamladı. Aşağıda bekleşen çocuklara bir tomar para saçtı. Çocuklar darı görmüş kaz yavruları gibi üşüştü paranın dağıldığı yere. Alan aldı, alamayan öyle mahzun bakıp durdu. Gelinin çıkacağı kapı kapalı. Bunlar adettendir. Kız evi naz evidir. Ya kızın kardeşi bahşiş isteyecektir, ya da kız nazlanacaktır. Ömer Ağam kapıyı tıkladı “ Gelin kızım, çık dışarı ki yolumuz evine yol olsun. Horantamız seninle çoğalsın. Ne bu yaşlı adamı bekletesin ne de yolunu gözleyen erini.”
Kapı sağır, kapı dilsiz. Gelen ahali beklemekten yorgun. Damat arabada huzursuz. Neçe sonra kapı açıldı ki ne açılma. Birden buz gibi bir rüzgar bütün köyü dondurdu. Hacı Ömer Ağam iki adım geri çekildi. Gelinin ağabeyi elinde çifte, kapıda belirdi.” Ben” dedi “Ben ağabeylik hakkımı almadan bir adım attırmam.”
Hacı Ömer Ağam, “Biz yol yordam biliriz delikanlım. Elbette şeriatın kestiği parmak acımaz. De hele neymiş senin hakkın. “ diye gönül alıcı bir sesle cevapladı.
Ya arkadaş, densiz adam her yerde densiz. Densiz adamın elinden de dilinden de hayırlı bir şey çıkmaz. Belli ki, ne yapacağını, ne isteyeceğini önceden planlamış. Yoksa Hacı Ömer Ağamın karşısına eşkıya gibi çıkılmayacağını bilmez mi.?
Ağamın sesi yumuşak ya, ağam gönül alıcı konuştu ya. Bizim densiz bundan yüz buldu. Ben silah istiyorum. Hem de tam otomatik olacak. Yanında da para..”
Hani istediği yalnızca para olsa hiç kıymeti olmayacak da silah işi Hacı Ömer ağamı bozar. Silahtan nefret eden adam kendi eliyle silah alıp verir mi. Vermez elbette..
Yanık emmi sustu. Terini bir kere daha kuruladı. Boşalan bardağa, sürahiye baktı” Vay arkadaş amma sıcak mübarek. Gırtlağıma kadar kurudum” diye hayıflandı. Bu içecek istemenin dolaylı yoluydu. Biraz ileride bizi dinleyen kardeşime baktım. İşaret diliyle içecek bir şeyler istedi.
Yanık Emmi gül şerbetini görünce daha da iştahlandı. Arka arkaya iki bardak şerbeti içince sesi daha gür çıkmaya başladı.
“He, ne diyordum. Hacı Ömer Ağam öfkeliydi. Öfkesini belli etmemeye çalışsa da bir boğayı tek vuruşta yere serecek kadar öfkeli, bir aslanı bir bakışta kediye çevirecek kadar da sakin.”
Eh, dedik ya bir kere. Densiz her zaman, her yerde densiz. Kapıyı kapattı önüne de bağdaş kurdu oturdu. Çocuk değil ki kulağından tutup kenara çekesin. Deli değil ki, bu meczubu alın yolumdan diyesin. Askerliğini yapmış kocaman adam. Ne anasını dinler ne de babasını. Fukara gelin kız yalvarır, köylü ısrar eder ama yok. Adam Nuh der de peygamber demez. Benim içimi bir korku yalazı sıyırp sıyırıp geçiyor. Bilirim Hacı Ömer ağanın bu sakin duruşu ardındaki patlamayı. Bakın yalanım yok şahit oldum bir kere. Bundan birkaç sene evveldi. Şehre inmiştik beraberce. Hem hökümette işimizi görelim hem de evin ihtiyacını görelim diye Pazar yeri kalabalık insanlar omuz omuza yürüyor. Ağamla arka arkaya düştük onun bir mağazacı ahbabı var oraya doğru gidiyoruz. Gençten biri ağama omuz vurup geçti ardından bir başkası sarılmış gibi yapacaktı ağam izin vermedi. Anladı ki cüzdanını vuracaklar. “ gençsiniz yapmayın bunu dediyse de gençler dikelendi. Ağam alttan aldıkça daha da dikelendiler. İşte o gün gördüm ki ağamın bir de öfkesi varmış ki Allah o öfkeye denk getirmeye. O kalabalığın ortasında bunlara bir dayak attı ben de peh dedim orada bulunanlar da.
O zamandan bilirim ki sakin duran atın çiftesi pek olur.
Hacı Ömer Ağam cebinden bir tomar para çıkartıp koydu densiz oğlanın önüne. “Al bu parayla kendine ne alırsan al. Ama benden silah isteme” dedi. Burnundan solumaya, boyun damarları oklava gibi şişmeye başlamıştı. Bir fırtına geliyordu ki önünde dağlar duramaz. Bir fırtına geliyordu ki önünde ne varsa torlayıp toplayım çukura doldur.
Be adam yaptın bir densizlik bari nerede ne zaman susacağını da bil. Bak bunca millet toplanmış, seni adam yerine koyup senden bacını istemiş. Hacı Ömer ağam gibi birine akraba olmuşsun bunun kıymetini bil. Yok babam, densiz bir kere densizliğe başladı ya bitirmez. “Nuh diyor da peygamber” demiyor.
Hacı Ömer ağam şöyle bir geriye çekildi. Aha da vallahi Osmanlı tokadı geliyor dedim. Ama gelmedi. Önce aşağıda bekleyen ahaliyi derin derin seyretti. Sonra o kalabalığın arasında sümsük sümsük duran Kınalı Cemal’i gördü. Herkesi hayretler içinde bırakan bir gürleme ile “ Kınalı, Allahın emri Peygamber’in kavli ile kızını oğluma istedim.” Dedi
Orada bekleyenler taş kesildi. Kızın babası, kızın anası taş kesildi. Gelin kız kapının arkasında hıçkırıklara boğuldu da kardeşi denilen densiz eriyip yok olmadı. Kınalı, daha taştan ete dönmeden, daha ağamın ne istediğini anlamadan düğün alayı ağamın işaretiyle Kınalı’nın evine yürüdü.
Bakın inanmayacaksınız. Buna kimse de inanamadı ama yaşadık bunu. Hemen bir gelinlik bulunup Kınalı’nın kızına giydirdiler. Kapının önünde davul çalıp halay çektiler. Önde ağamın arabası ardında düğün alayı tozu dumana katarak köye geldik.
Yanık emmi yine sustu. Belli ki “Ee sonra ne oldu” dememizi bekliyor. Biz de hayrette kaldık. Şimdiye kadar görülmüş duyulmuş şey mi bu
Vakit bir hayli geçti. Sivrisinekler daha fazla can yakmaya başladı. Rüzgâr kesildi. Havaya ağır bir koku var. Bu sıcakta daha fazla oturulmaz. Ama Yanık emmi de susmak bilmiyor. İlla ki anlatacak.
Ya bundan sonrası ne olacak sanki. Gelin eve gelmiş olay kapanmış demek ki. Dedim sözü uzatmamak için kestirme bir yoldu bu.
Yanık emmi uzatmaması gerektiğini anlamış olacak ki Valla buna benzer olayı ne gördük ne de duyduk. Düğün alayı sanki hiç bir şey olmamış gibi köye geldi. Gelini karşılayan ev halkı sanki baştan beri gelin adayı buymuş gibi karşıladı. Akşama kadar davarlar koyunlar kesildi. Akşama kadar yenildi içildi. Akşama kadar ne oyunlar oynandı. Akşam olduğunda millet çekilince hep bekleştik ki o taraftan gelen giden olur mu acaba diye. Olmadı..
Valla atı alan mı karşı kıyıya geçti yoksa gelini alan mı bilemem ama bu tarihe geçecek bir düğün oldu.
Yorum yazarak Elbistan Kaynarca Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Elbistan Kaynarca hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Elbistan Kaynarca editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Elbistan Kaynarca değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Elbistan Kaynarca Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Elbistan Kaynarca hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Elbistan Kaynarca editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Elbistan Kaynarca değil haberi geçen ajanstır.