KÖR NURİYE’NİN DÜŞÜ  

Kör Nuriye sağ gözünü kırpıştırarak sağına soluna baktı. Kimseciklerin olmadığına emin olunca eteğinin altında sakladığı keseri çıkartarak evin giriş kapısı önüne küçük bir çukur açtı. Heyecandan keserin sert zeminde çıkarttığı ses kalp atışlarıyla birleşiyor gecenin sessizliğinde mehteran davulu gibi güm güm ediyordu. Sonra kuşağının arasından çıkarttığı küçük bir şeyi o çukura atıp üzerini toprakla kapattı. Kazılan yer belli olmasın diye etraftaki çör çöpten ayağıyla çukurun üzerine sıyırdı ve iyice tepeledi. “Gösteririm ben size Nuriye kimmiş” diye fısıldadı.

Geldiği yere yine geldiği şekilde bir yılan gibi süzülüp gitti

Görev tamamlanmıştı.

Kuşluk yeni başlıyordu. Koyunla kuzunun erkekle dişinin ayrımının yapılamayacağı gecenin gündüze dönerken ki alacakaranlık vaktiydi. Mahalleli kan uykudaydı. Ve bu işin bu saate denk getirilmesi özellikle tembih edilmişti.

Davut askerden geleli üç ay olmuştu. Anası Keriman teyze ayağında demir çarık, elinde demir asa oğluna münasip kız aramaya başlamıştı bile. Şöyle uzunca boylu, buğday benizli, bastığı yeri titreten bir kız olmalıydı. Yaşlılıklarında kendilerine bakacak, çamaşırlarını yıkayıp aşlarını önlerine koyacak sadık, vefalı bir gelin.

 Keriman teyzenin çevresi genişti. Tanıdıklarına haber verilmiş ve dört koldan müstakbel gelin adayı aranmaya başlamıştı.

Kör Nuriye, aslında kör değildi. Sağ gözü sol gözüne göre biraz küçüktü. Doğrusunu görmekte bir kusur yoktu ama sağ tarafa bakarken sağ gözünü kırpıştırıyordu. Tek gözü normal çalışırken aynı anda diğer gözün kırpışması Nuriye’ye bir ayrıcalık katıyordu. Böylesi bir ayrıcalık çocukluğundan beri adının Kör Nuriye olarak kalmasına sebep olmuştu.

Davut’un askerden gelişine anası babası kadar sevinen bir başkası daha vardı ki o da komşuları Çakmakçı Cevdet’in kızı Nuriye. Yolda olduğu haberini aldığında sabaha kadar gözüne uyku girmemiş, pencerenin önünde asker yolu beklemişti. Gecenin sessizliğine yayılan köpek seslerini hiç duymamış kendi kendine kurduğu hayal dünyasını bazen mitoloji kahramanlarıyla bazen da geçmişin ünlü sevdalılarıyla süsler olmuştu.

Nuriye sabahtan akşama kadar televizyon izliyordu. Televizyonun onlarca kanalının yine onlarca dizileri hayatın bir parçası olmuştu. Sabahın erken saatlerinde başlayan pembe diziler ikindi sonuna kadar sürüyor ikindi sonrasında da evlilik programları başlıyordu ki seyretmemek elde değildi. Nuriye bu programlar yüzünden kaç kere tencereyi ocakta unutmuş da yemeği yakmıştı.

Birbirinden genç, bir birinden güzel kadınlar/ kızlar yine bir birinden yakışıklı erkekleri belli olmayan sebeplerle reddediyor program konuklarının alkışları arasında birbirlerine laf atarak programın uzamasına, dolaysıyla da yayın süresinin dolmasına çanak tutuyorlardı. Bütün bu programlar belli bir hizmetin aracısıydı ama bunu ne Nuriye ne de başkaları anlayacak durumda değildi.

Kendi şehirlerinde kendi çevrelerinde eş bulamamış da burası son çare gibi bütün kanalları dolduran gencecik insanlar onları seyredenlere boş bir hayal boş bir umuttan başka bir şey vermediği kesindi. Kesin olan bir şey daha vardı ki o da bu tür yayınların seyredenlerde düşünme, yorumlama gibi yeteneklerini köreltip boş bir hayale sürükler olmasıydı. İşte Nuriye de bu süptiminal fırtınada sürüklenenlerden biriydi.

Davut onun için beyaz atlı bir prens, yıldızları fetheden bir kahraman, dağları darmadağın eden bir aşk adamıydı. Kendisi burada bu mahallede hatta evlerinin yanındayken başka bir yerden bu eve gelin getirmelerine izin verir miydi?

Nuriye sabahın erken saatinde kalktı. Yeni kıyafetlerini dolaptan çıkartıp yatağın üstüne dizdi. Boy aynasında üstüne tutup denedikten sonra uçuk çağla yeşili olanını giydi. Bugün çok önemli bir işi vardı. Kapıdan çıktığında simitçiler,  seyyar satıcılar sokaklarda yeni boy gösteriyordu. Hızlı adımlarla kahvenin, fırının önünden geçti. Bir parça kuru ekmeği paylaşamayan sokak köpeklerinin arasından geçerek ana caddeye çıktı.

Dolmuşa bindiğinde avucunda adres yazılı olan kâğıdı sıkıca tuttuğunu fark etti. Kâğıdı çantasına bıraktı. Dolmuş şoförü bir taraftan arabayı kullanıyor diğer taraftan da elindeki cep telefonuna mesaj yazmaya çalışıyor, Ferdi Tayfur’un şarkısına da eşlik ediyordu. Nuriye bir an şoförün bu kayıtsızlığından korktu. Ya bir kaza olursa.

Sokağın başında dolmuştan indi. Adresi soracak birini bulurum umuduyla sağına soluna bakındı. Evine ekmek götüren bir çocuğa sordu. Çocuk el kol hareketleriyle anlatmaya çalışsa da Nuriye anlamadı.

İkinci denemesinden sonra başardı.

Mahallenin dışında küçük bir bahçesi olan tek katlı eski bir evdi gösterilen. Küçücük bahçe o kadar sık ağaçlarla donatılmıştı ki sanki evin gizlenmesi isteniliyordu. Giriş kapısının üstündeki kamera dikkatini çekti. Bir de “dikkat köpek var” levhası asılıydı.

Kapının kenarındaki zile bastı. Bekledi.

Ses gelmeyince bir daha bastı. Birkaç dakika sonra kapıyı genç bir hanım açıp Nuriye’yi içeriye buyur etti.

Ev dışarıdan eski görünse de içerisi gayet şık ve pahalı eşyalarla donatılmıştı. Salonda duvara monte edilmiş kocaman bir televizyon, pencerelerde ağır kadife perdeler bir yemek masası ve oturma grubuyla ortada serili kocaman bir halı, gümüşlüğe dizilmiş sıra sıra gümüş takımlar. En çok da tavan dikkatini çekti. Dışarıdan basit bir ev gibi görünse de ahşap işlemeli ters tavan ayrı bir gösteriş sergiliyordu.

Genç hanım Nuriye’ye yer gösterip “hoş geldiniz. Hoca efendi sizi biraz sonra kabul edecek” dedi.

Heyecandan dudakları kurumaya başlamıştı. Odaya yayılmış olan ağır buhurdan kokusundan başı dönmeye başladı. Bir yerlerden çok hafif ney sesi geliyordu. Duvarlara asılı olan Arapça yazılı levhalar buraya sanki kutsi bir hava veriyordu. Nuriye içinden dua okuma gereği hissetti.

Biraz sonra kendini karşılayan genç hanım elinde kahve tepsisiyle geldi. Fincandaki kahve değildi. Ne olduğunu anlamadığı bu sıvıyı içmek istemedi ama hem hocayı kırmamak hem de evin kutsiyetine zarar vermemek için üç yudumda içti. Bir garip mide bulantısı duydu.

Derdinin ne olduğunu soran o genç hanıma olanı biteni tek tek anlattı. Hanım fincanı alarak çıktı.

Nuriye yarım saat daha bekledi. Odaya yayılan koku, nereden geldiğini anlamadığı o ney sesi kesilmedi. Arada başını kaldırıp odayı inceliyor, sonra suç işlemiş gibi mahcup tekrar ayaklarının ucuna bakıyordu.

Kapı hafifçe açıldı. Önde, beyazlara bürünmüş halde başında yeşil bir sarık, elinde avucuna gelecek olan kısmı gümüş işlemeli orta yaşlarda hoca, arkasında da yine aynı hanım içeri girdiler. Nuriye elleri önünde bağlı, başı yere eğilmiş her türlü emre hazır bekledi. Hoca üzerinde yeşil bir örtü olan koltuğa oturarak misafirinde oturması için eliyle işaret etti. Nuriye hocanın karşısına saygıyla diz çöküp oturdu.

Hoca Arapça bir şeyler söylemeye başladığında Nuriye amin diyerek karşılık vermeye başladı. Genç hanım saygılı ve usulca bir sesle Nuriye’ye “Hoca Şam’dan geldi. Türkçe bilmez ben size tercümanlık yapacağım.”dedi.

Nuriye bir kere daha ne için geldiğini anlattı.

Bu hoca için “Çok keskin nefesi var. Çare olmadığı hiçbir konu yok.” Demişlerdi. Çocuğu olmayanlar verdiği sudan içip hemen hamile kalıyordu. Evde kalmış kaç tane kızcağıza koca bulmuş da, kaç yuvayı dağılmaktan kurtarmıştı. Hatta yıllardır define aramaktan elinde avucunda nesi varsa kaybeden birine bir harita verip zengin olmasını bile sağlamıştı. Nuriye’nin isteği bütün bunların yanında neydi ki.

Evden çıktığında içi içine sığmıyordu.

Hoca efendinin verdiği küçük bir şişe okunmuş suyla yedi kat muşambaya sarılı muskayı çantasına koymuş onu da sıkıca bağrına basmıştı.

Şimdi neler olacağını düşünme sırası Keriman hanımla onun Davut’undaydı.

Hayallerine kavuşursa hoca efendiye verdiği para çok da önemli sayılmazdı. Gerçi az para da değildi ama olsun. Hoca, tercümanı aracılığıyla sıkı sıkı tembihte bulunmuştu. Suyu akşam ezanı okunurken pencerelerinin önüne serpecek, muskayı da tan vaktinde kapı eşiğine gömecekti. Böylesi bir dilek elbette bir seferinde olamazdı. Hoca efendi en az üç kere gelmesini ve bu işlemin üç kere ayın değişik zamanlarında yapmasını buyurmuştu.

Eve geldiğinde hemen elbiselerini değiştirip mutfağa girdi. Çakmakçı Cevdet’ten para koparabilmek için hazırlık yapmalıydı. Et köftesi yaptı, yanına zeytinyağlı fasulye ilave etti. Dolapta duran yarım şişe rakıyı da masaya koydu. Çakmakçı Cevdet’in sevdiği şeylerdi.

Annesi yoktu. Doğum sırasında Rahmetli olmuştu. Uzun süre Cevdet eşinin ölümünden Nuriye’yi sorumlu tutmuş aradan geçen yıllarda artık bu öfkesinden vazgeçmişti. Baba kız kendi dünyalarında yaşayıp gidiyorlardı.

Nuriye üç kere daha babası için aynı sofrayı kurdu.

Kerimen Hanım oğluna uygun bir kız bulmuş, söz tatlısı yenmişti. Artık Davut’un evinde telaşlı bir düğün hazırlığı vardı.

Nuriye akşam ezanlarında Davut’un penceresi önüne okunmuş suyu saçtı. Tan vakti olduğunda uyuyan babasını uyandırmadan Davut’un evinin kapı eşiğine muskayı gömdü. Eve gelip de yatağına tekrar yattığında beyaz atlı Davut rüyalarını yine süsledi. İçinde kabaran umut hiç sönmedi.

Davut’un davetiyeleri dağıtılmaya başlandığında Nuriye sabırsızlanmaya başladı. Nefesi keskin dedikleri hocanın muskaları işe yaramayacak mıydı?

Sabah erkenden kalkıp yine yollara düştü. Son bir umutla hoca efendiye varıp yalvaracaktı. Elini ayağını öpecek bir çare bul diyecekti.

Kapının zilini defalarca çaldı. Hiçbir ses soluk duyulmuyordu. Yardım isteyebileceği birilerini bulmak umuduyla sokağın başına doğru yürüdü. Bakkaldan dönen yaşlı birine hocanın nereye gittiğini sordu. Yaşlı adam “sen de mi düştün bu oyuna “ dercesine Nuriye’nin gözüne baktı. “ne hocası kızım adam sahtekârın biriymiş. Dün akşam polisler gelip adamı da o yanındaki hanımı da götürdüler.” Dedi

Nuriye hafifçe sendeledi. Yıkılıp giden umutlarına mı, saydığı onca paraya mı yansın karar veremedi.

Eve yaklaştığında davul sesi geliyordu. Keriman Hanımın evinin önünde kırmızı şeritli çifte davul çalınıyor, kalabalıklar toplanıyordu.

Eve girdi. Elbisesini çıkartmadan yatağa uzandı.

Davut siyah bir ata binmiş güneşin doğduğu yere doğru dörtnala gidiyordu.

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Mehmet Taş - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Elbistan Kaynarca Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Elbistan Kaynarca hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Elbistan Kaynarca editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Elbistan Kaynarca değil haberi geçen ajanstır.