Şair Mustafa Uğur İle Şiir üzerine Söyleşi

Türk halk şiirinin önemli duraklarından biri olan Elbistan, yöresel şairlerinin şiirdeki başarısıyla sizi her an şaşırtabilir. Yeni tanıştığınız birinden hiç beklemediğiniz düzeyde bir şiir dili görebilir ya da uzun zamandır görmediğiniz bir şairin şiirde nasıl merhaleler katettiğini fark ederek şaşkınlığa düşebilirsiniz.

Umarım okurken keyif alırsınız. 

Mustafa Amca öncelikle Şair Mustafa Uğur’un kim olduğunu sizin ağzınızdan dinlemek isteriz. Bize kendinizi nasıl anlatırsınız, kimdir Şair Mustafa Uğur?

şubat mart aylarında diye biliyorum. Çünkü rahmetli Anam ‘oğlaklar, kuzular doğarken doğdun’ derdi.

Mustafa Amca size kimler derler, soyunuzdan ailenizden bahseder misiniz?

Kızılcaoba daki akrabalarımız derken kimleri kast ediyorsunuz?

Bildiğimiz kadarıyla sizin hem anneniz hem de babaanneniz tarafından Kozan oğullarına, dolasıyla da Avşarlara dayanan bir yanınız var. Mutlaka bunu düşünmüşünüzdür, şairliğiniz de oradan mı geliyor? Bu konuda ne söylemek istersiniz?

Yeri gelmişken söyleyelim, ana ve babaanne tarafından Dadaloğlu soyundansınız dersek hilaf etmiş olmayız sanırım. Doğru mu?

kaza Kozanoğularının yerleşiminden sonra Kozan ismini almıştır. Yani Kozana ismini veren Kozanoğlu aşiretidir. Deyişetleri ve koçaklamaları ile öne çıkan Dadaloğlu da bu aşiretin er badeli bir ozanıdır. Dadaloğlu ile biz aynı aşirete mensubuz dersek, daha doğru söylemiş oluruz.

Mustafa Amca Kozanoğulları ile alakalı soyunuzu anlatan bir şiirin var mı?

Gen­le­rin­de Ko­za­noğ­lu geni var.
Da­da­loğ­lu, Av­şar­la­rın ozanı.
Gen­le­rim­de Da­da­loğ­lu geni var. 

Be­den­ler bü­yük­te, beyin kü­çük­tür.
Gözüm gör­me­se de gön­lüm açık­tır,
Gen­le­rim­de Âşık Vey­sel geni var.

Bazen evli oldum, bazen dul oldum.
Gü­zel­le­re kur­ban, oldum kul oldum.
Gen­le­rim­de Ka­ra­ca­oğ­lan geni var. 

Ol­ma­dı nef­sim­le tef­tiş olu­rum.
Gün gelir, bi­ça­re der­viş olu­rum.
Gen­le­rim­de Yunus Emre geni var. 

Neler gör­dük bak ya­şa­ya ya­şa­ya
Karşı koy­muş, pa­di­şa­ha, pa­şa­ya
Gen­le­rin­de Pir Sul­tan'ın geni var. 

Ey­val­lah üs­ta­dım. 

Aşi­ret ovalı dağlı
Boz­lağ'ın da mav­zer bağlı
Ka­ra­ca­oğ­lan Da­da­loğ­lu
Ko­za­noğ­lu dayım benim

Eyvallah. Mustafa Uğur şiire nasıl başladı dersek ne anlatırsınız Mustafa amca:

şeker gibi ilgi alanlarına giren şeyleri alırken ben de kitap alırdım. Bunlar Hz. Ali’nin cenk kitaplarının yanı sıra farklı hikâye ve şiir kitapları olurdu. Ben okuma sevgisini yaylada okuduğum kitaplardan aldım diye düşünüyorum. Çerçiler haftada bir gelirdi. Onlar tekrar gelinceye kadar ben aldığım5-6 kitabı bitirir, geldiklerinde tekrar kitap alırdım. Yani okuma zevkini ben onlardan tattım diye düşünüyorum. Ondan sonra da tabii Karacaoğlan'ı falan okudukça etkilendim. Ağabeyim de şiir yazıyordu. Benden önce yazıyordu o, akabinde de türkü olarak da söylüyordu. Büyük etkisi olmuştur abim Hacı Hasan Uğur’un.

Çocukluk ve gençlik yıllarınızdan da bahsederseniz okuyucumuz sizin hakkınızda biraz daha malumat sahibi olur. Çünkü yeni nesil ağabeyiniz Hacı Hasan’ı yakinen tanımasına rağmen, siz 1986 yılında İstanbul’a taşındığınız için pek fazla tanı/ya/mıyor. Ne dersiniz bu konuda?

Verdiğiniz bu bilgiler için teşekkür ederim. Kökez yaylasında tutulduğunuz kışa karşılık söylediğiniz deyişeti, 20Haziran2011 tarihinde Gökceören köyünün Kökez mezrasında ikamet eden Hacı oğlu Hasan Binboğa'nın (1950) ağzından Elbistan ağıtları için derlemiştim. O güne kadar yüz yüze görüşmediğimiz bir şairin bu denli içli ve bir o kadarda sağlam söyleyişi beni heyecanlandırmıştı. Bu olayı Hasan Binboğa’nın anlatımıyla nakletmek istiyorum izin verirsen. 

Gözel Am­bar­cık'ta oynar ge­zer­ken
Kökez yay­la­sı­nın dö­şün­de kal­dım
Her zaman gü­ler­dim et­mez­dim figan
Ağ­lı­yor göz­le­rim ya­şın­da kal­dım

Yel esi­yor ben de sa­nı­yom ki kar
Dağ­la­rın arası ev­le­ri pek dar
Her­ke­sin bir baş so­ka­cak yeri var

Ben kuru dağ­la­rın ba­şın­da kal­dım
Av­rat­lar da âri bağ­lar ba­şı­nı
Yel din­dir­mez göz­le­ri­min ya­şı­nı

Kazma dahi geç­mez ta­şın­da kal­dım
Ben kuru dağ­la­rın ba­şın­da kal­dım
Mus­ta­fa'm bu sana büyük bir zulüm

Ne kadar ça­lış­san âhi­rin ölüm
Bit­me­yen dün­ya­nın işin­de kal­dım
Ben kuru dağ­la­rın ba­şın­da kal­dım 

Mustafa Uğur bu şiiri söylediğinde, nüfus kaydına göre 13-14, anasının tarifine göre 16-17 yaşlarında. O yaşta birinin bu kadar ayağı kafiyesi ve iskeleti sağlam bir şiiri ağıt şeklinde, türkü olarak çığırması kim olsa onun dikkatini çekerdi. Bu türküyü 8-9 yaşlarında dinlediğinde ezberine alarak bize ulaştıran Hasan Binboğa’yıda ayrıca tebrik etmek gerek.

1984 yılında çıkardığı “Âlemin Âlemi” isimli cep defteri ebadındaki kitabına ulaşarak şairi tanıma fırsatım oldu. Uğur’un evrensel bakışının getirdiği felsefi söyleyişlerle şekillenen şiirler, okuyucuya daha samimi geliyor.

Sey­rey­le­dim âle­min âle­mi­ni
Gör­düm ki âle­min, âlemi bozuk
Taşa çal­dım fe­le­ğin ka­le­mi­ni
Kır­dım ki âle­min, âlemi bozuk
(…)
Mus­ta­fa Uğur’um bu nasıl yapı
Sığ­ma­dı ak­lı­ma dün­ya­nın çapı
Ahi­ret de­di­ler açıl­dı kapı
Gir­dim ki âle­min, âlemi bozuk

Şairi ayrıcalıklı kılan bu hâl, hissetmeyen, farkına varma gibi bir çaba ve idrâkdan uzak çevrelerin içerisinde şairin merhaba diyeceği birileri olsa gerek. Bakalım şairimiz kimleri merhaba demeye layık buluyor.


MER­HA­BA [1]

Sır­rı­mı­za eren­le­re mer­ha­ba
Yüze ayrı ize ayrı de­me­yen
İçten selam ve­ren­le­re mer­ha­ba 

An­la­ta­mam ama biraz an­la­rım
Mer­ha­ba ey ca­nan­la­rım, can­la­rım
Ah­bap­la­ra, ya­ran­la­ra mer­ha­ba 

Adi­la­ne karar veren hâ­ki­me
Dert­li­le­re der­man olan he­ki­me
Ya­ra­la­rı sa­ran­la­ra mer­ha­ba 

Saman ala­mı­yor iki ko­yu­na
Umudu bağ­la­mış şans oyu­nu­na
Kuru hayal ku­ran­la­ra mer­ha­ba 

Odun diye ke­si­lir mi be­den­ler
İkrar verip ik­ra­rı­nı gü­den­ler
Söz­le­rin­de du­ran­la­ra mer­ha­ba 

Kimi barış kimi savaş dese de
Kimi ayık, kimi ayyaş dese de 
Biz­le­ri hoş gö­ren­le­re mer­ha­ba 

Gönlü top­rak, gözü çeşme su­lu­dur
Hak ma­ka­mı ulu­lar­dan ulu­dur
O di­va­na va­ran­la­ra mer­ha­ba

“Göz görünce gönül katlanmıyor” şeklinde dab-ı mesel haline getirilen ederi fazla bir deyim var. Karakoç’un: Bana çirkin, elin güzel dediği / Ya aklım yok ya gözlerim kör benim” dediği şiirin tamamını okuyalım. 

Ya­ra­dan’a Di­lek­çe 

Sana sen’den şi­kâ­ye­tim var benim
Hâ­kim-i mut­lak­sın hak­tır ka­ra­rın
An­la­ta­yım hâl­le­ri­mi gör benim 

Bulur ku­sur­suz­da yüz bin ku­su­ru
Biri bire böl­sen çıkar ke­si­ri
Bu gi­diş­le iflâh olmam zor benim 

Aşa­ma­dım arpa boyu ge­di­ği
Bana çir­kin, elin güzel de­di­ği
Ya aklım yok ya göz­le­rim kör benim 

Gün­düz­ler­de gece, yazda kış gör­düm
Hayat diye ver­di­ği­ni düş gör­düm
Tüm ne­den­ler ben­li­ği­mi yer benim 

Alev alev sardı beni bu gur­bet
Esas der­dim ne sı­la­dır, ne gur­bet
Dost ufuk­lar dü­şün­ce­me dar benim. 

 

GÖNÜL[2] 

Gel gaf­let­ten uyan gönül
Olur olmaz yerde ötme
Yok se­si­ni duyan gönül 

Cev­he­ri­ni pula katma
Her de­li­ğe el uzat­ma
Çıkar yılan, çayan gönül 

Bek­le­yi­şin fır­sat gibi
Kerem gibi, Fer­hat gibi
Var ca­nı­na kıyan gönül 

Se­ve­me­den eder firar
Es­ki­den­miş sağ­lam ikrar
Çok sö­zün­den cayan gönül

Yok bel­le­din başka eşi
Sen is­te­din bu ateşi
Haydi, şimdi dayan gönül 

Yo­rul­ma­dım usan­ma­dın
Elâ­lem­den utan­ma­dım
Belli senin foyan gönül 

Yâr koy­nun­da namaz kıl­dır
Ağ­la­tır mı bunca yıl­dır
Ha­tı­rı­nı sayan gönül 

Bi­le­me­din kıy­me­ti­ni
Kov­dun, yor­dun aşk atını
Kal­dın şimdi yayan gönül 

Ka­le­si­ne dikme san­cak
Ben an­la­rım seni ancak
Halin bana ayan gönül 

Mustafa amca kendi döneminizdeki şairlerden sizi ayıran en büyük özellik nedir dersek ne dersiniz?

Benim felsefem diye şiirin var.

“yeter ki gel” / gel diyebiliyorum işte, / her şeye rağmen tüm canlıları, / daha çok insanları, / doğayı, doğurganlığı seviyorum. / Öyle ise önemli olan, / sığabilmek değildir, dünyanın içine, / sığdırabilmektir, dünyayı içimize… 

Eyvallah

Yevgeni Yevtuşenkogelmişti Ankara'ya. Tesadüf bu ya bende Ankara'daydım. Onun imza gününe giderek imzalı kitabını kendi elinde aldım.  Sonra beni Rusya büyükelçiliğine davet etti. Davetini kabul ettim. Elçiliğe giderek kendisiyle daha yakından tanıştım, konuştum.

Mustafa Uğur şiire çok emek verdi, az üretti desem ne dersiniz? 

O zaman şöyle desek uygun düşer mi? Mustafa Uğur çok şiir yazdı az paylaştı.

Mustafa amca günümüz şiirini nasıl değerlendiriyorsunuz? Günümüz şairlerine ne söylersiniz?

Alıcısı olmayan mal zayi olur demiş atalar. Alıcısı olmayınca, günümüz şairleri eski şiirlerin kıvamına sözü yetiremiyor. Bundan 500 yıl önceki ozanların yazdığını yazamayız. Yeni söyleyişlere ihtiyaç var. O söyleyiş içinde doğa ve hayvan sevgisi çok önemli. Ben ilkokuldan sonra okumadım. Okumadığımın sebebini anlattım. O vakitler hayvancılık koyunculuk yapıyorduk. O zaman bizim 300'den fazla kuzu vardı. Bu kuzuları ben otlatıyordum. 300 tane kuzuyu hiç saymazdım. Tek tek tanırdım. Yani o kadar haşir neşir olmuşum. Şundan güzel koç olur, şundan güzel koyun olur diye tek tek sıvazlardım. Koyunu, kuzuya emzirdikten sonra bir birkaç saat kuzuların içinden çıkmazdım. Bunları tek tek okşayarak severdim. Köpeklerimizin yanı sıra diğer hayvanlarımız vardı. Hayvan sevgisi ve doğa sevgisi benim okumamın önüne geçti. Ben okula gitseydim bugünkü yazdıklarımı yazamaya bilirdim. Okuduğun dalda, ihtisas yaptığın konuda yetişir gidersin ama dünyan bu kadar genişlemez. Köyü tanımadan, toprağa basmadan, pınardan su içmeden, tabiatı belgesellerden seyrederek yazılan günümüz şiirleri gönle dokunmuyor. Dokunması için çok okumak lazım.

Göksun’lu. Bizim rahmetli Hacı Yener, Afşin’den Hayati Vasfi Taşyürek vardı. Yani sohbet edeceğimiz şair topluluğumuz da vardı. Yani zaman zaman buluşurduk, birleşirdik, dertleşirdik, bir araya gelip söz alış-verişi yapması da ozanların önemli yani. Ben seksen yaşındayım hala öğreneceklerim var. Ben her şeyi yazdım, her şeyi bitirdim diyemem.

Mustafa Uğur'un şiirin dışında, günlük hayatı nasıl geçiyor. Tabii aynı zamanda bir şair şiirsiz olmaz, hayatın içerisinden bizlere ne söylemek istersiniz

Adana'dan girer Malatya'dan çıkardık. Daha sonra köyde muhtarlık yaptım. Bir dönem muhtarlıktan sonra, Cumhuriyet Halk Partisi'nden milletvekili adayı oldum. Onu da “köylü büyür büyür muhtar olur”“Ben milletvekili olamasam bile aday olurum” diye kendime adadım daha doğrusu. Tüm bunlardan sonra 1996 yılında İstanbul'a gittim. Rahmetli Hanifi Göçer’in teşvikiyle matbaa kurdum. Çocuklara onu öğrettik. 2015 yılına kadar da çocuklarla birlikte çalıştım. İstanbul’daki işimiz hala devam ediyor. İş yerlerimizi çocuklara bıraktım. Ben artık köye döndüm. Köyde küçük bir bahçe, yani büyük dünyayı küçük bahçeye sıkıştırdım. Artık fazla büyüklerle işim olmuyor. Böyle daha güzel, daha rahat oluyor insan.

Her yiğit sev­di­ği­nen ge­ze­mez
Sıfat kocar ama gönül ko­ca­maz
Şimdi gön­lüm bir yos­ma­ya vur­gun­dur”

Ben bir ara Elbistan'da restoran açtım. Mahzuni ile de çok sık bir araya gelirdik. Çok güzel hatıralarımız oldu. Birlikte türküler okuduk. O zaman kaset vardı. Kasetlere türküler okuduk ama onları da yeterince koruyamadık. Kaybolup gitti. Bu birliktelikte yaşanılmış anılarımız, temiz hatıralarımız, sevgi dolu muhabbetlerimiz oldu. Rahmetliyi çok çok severdim.

Beraber türkü söylerdik diyorsun. O zaman senin sesin de güzel. Rica etsek bizim için bir türkü seslendirir misin?

Hazırlıksız yakalandın galiba Mustafa amca, kendi şiirlerinden olursa çok daha güzel olur.

Şöyle bir şey yazmıştım: 

Çok olur dağ­la­rın karı bo­ra­nı
(Çok olur dağ­la­rın karı bo­ra­nı)
Dik ba­şı­nı al­çak­la­ra eğ­dir­me
Eğer unu­tur­san hatır so­ra­nı
El­le­ri­ni el­le­ri­me değ­dir­me dost, dost (değ­dir­me dost dost, değ­dir­me dost dost)

Se­vi­yo­rum eller ne derse desin
Var­sın ce­se­di­mi as­lan­lar yesin
Beni ça­kal­la­ra boğ­dur­ma dost, dost (boğ­dur­ma dost, dost boğ­dur­ma dost, dost)
Beni ça­kal­la­ra boğ­dur­ma dost, dost (boğ­dur­ma dost, dost boğ­dur­ma dost, dost)

Yeter ağ­la­dı­ğım gül­mek is­te­rim
Di­zi­yin di­bin­de ölmek is­te­rim
Öyle diyar diyar kov­dur­ma dost, dost (kov­dur­ma dost, dost, kov­dur­ma dost, dost) 

Diline gönlüne sağlık. Gösterdiğiniz misafirperverlik ve ayırdığınız vakit için teşekkür ediyorum Mustafa Amca



[1]M. Gö­zü­ka­ra’nın ga­ze­te ar­şi­vin­den. El­bis­tan'ın Sesi,28 Ekim 1985 Pa­zar­te­si, yıl: 26, sayı: 2646
[2]M. Gö­zü­ka­ra’nın ga­ze­te ar­şi­vin­den. El­bis­tan'ın Sesi, 4 Kasım 1985 Pa­zar­te­si, yıl: 26, sayı: 26 47

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Mehmet Gözükara - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Elbistan Kaynarca Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Elbistan Kaynarca hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Elbistan Kaynarca editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Elbistan Kaynarca değil haberi geçen ajanstır.